Gazete Duvar için 1 Mayıs'a özel hazırladığım dosyada sekiz isimden
görüş almıştım. Bunlardan bazılarıyla iki saatten fazla görüştüm, hepsine
haberde yer veremedim. Deşifrelerin tam halini paylaşıyorum. Bu kez soruları
ekleyemedim maalesef, burada sadece cevapları var...
Futbolcuların bir sınıf oluşturduklarını düşünmüyorum ama belki özellikle küçük bir futbolcu gurubunun yaşadığı lüks hayat düşünülünce, burjuva sınıfına dâhil oldukları düşünülebilir. Ancak Türkiye’de ne kadar bir burjuva sınıfı var o ayrı bir tartışma konusu.
Kulüp başkanları kendi
yaşamları içinde “kapitalist” olabilirler belki ama futbol içinde kulüp
başkanları doğrudan maddi çıkarlar elde etmek için yer almazlar. Daha çok Maslow’un
ihtiyaçlar hiyerarşisine göre ilk dört basamağa sahip olmuşlar ve son basamak
olarak “kendilerini tamamlamak” adına futbola para harcayan insanlardır.
Kulüp yöneticileri ve
futbolcular arasında klasik boyutta bir emek – sermaye ilişkisi yoktur. Çünkü, arada
çok güçlü ve belirleyici bir yapıya sahip olan taraftar vardır. Bir başkan ticari
anlamda bir kulübün tüm hisselerine de sahip olsa, hiçbir başkan taraftara
rağmen o kulübe tamamen sahip olamaz. Yönetici futbolcu arasındaki ilişkinin
dozunu yönetimden daha çok taraftar belirler.
Kulüp ve futbolcu
arasındaki sözleşme iki tarafın haklarını koruyan, arz - talep çerçevesinde oluşan
bir anlaşmadır. Taraftar da hem bu sözleşmenin asıl talepçisi hem de bu sürecin
asıl denetleyicisidir. Hukukun uygulanmasını savunmak ilkesel bir
gerekliliktir. Dolayısıyla futbolcu çok para kazansa da sözleşmeden doğan
hakkını alamıyorsa bu “amasız, fakatsız” bir mağduriyettir.
Nabzın 220-230 olduğu,
tansiyonun zaman zaman 22’lere çıktığı, 50 bin kişinin önünde baskı altında
üretken olmak zorunda kaldığın bir iş bu… O paralar öyle dışarıdan göründüğü
kadar kolay kazanılmıyor… Ne var ki aynı emeği ortaya koyan diğer bir futbolcu
ise o paraların yanından bile geçemiyor. Kendisine bir hayat kuramamış,
yoksulluk içinde birçok futbolcu tanıdığım var.
Toplumsal olaylar
karşısında, futbolcuların çok ciddi bir siyasal birikime ve gerektiğinde ezber
temelli olmayan, gelecek kaygısı gözetmeden, tamamen insani temelde tavır
koyabilme cesaretine ihtiyaçları var. İşte bu anlayışla kurulabilecek bir
sendika sadece futbolcuların değil tüm spor branşlarının ihtiyaçlarına cevap
verebilir. Eski bir sporcu olarak bunun düşüncesi bile doğrusu bana heyecan
veriyor.
Ancak futbol ya da bir
başka spor branşında sendikalaşmak için maalesef sadece sporcunun sendikal
birikimine sahip olması ya da gelecek kaygılarından uzak barışçıl tepkiler
ortaya koyabilme cesaretleri tek başına yeterli değil. Ne yazık ki sendika
olmanın hakkını veren birkaç sendikayı tenzih etmek koşuluyla, son yıllarda Türkiye’de
kurulan bir çok sendika, bazı siyasi partilerin birer alt örgütlenme etkinliği
şeklini aldılar.
Şimdi futbolda ya da
sporda sendikalaşma fikri bana ne kadar heyecan veriyorsa, bu sendikalaşma
fikrinin futbol insanı olarak liyakatine her zaman inandığım ve teknik anlamda
futbolun konuşulduğu her yerde futbol bilgisini sonuna kadar savunduğum ama ne
yazık ki dünya görüşü olarak görüşlerini hiç benimsemediğim, UEFA kupasını
Mehmet Ağar’ın kızına atfeden Fatih Terimden gelince, bir o kadar da
endişeleniyorum. Kurucularının Fatih
Terim, Arda Turan, Burak Yılmaz ya da Rıdvan Dilmen vs. olduğu bir sendikanın
batıda ya da doğuda alt liglerde mücadele eden sporcuların dertlerine ne kadar
derman olacakları ya da onların dertlerine ne kadar hâkim oldukları konusunda
ciddi şüphelerim var. Bahsettiğim bu isimler partili cumhurbaşkanlığı referandumunda
“Büyük Türkiye(!)” için “evet” çağrısında bulunan videolar çekip, kampanyalar
düzenliyordu. O Büyük Türkiye(!) bugün şu salgın döneminde bile şalterleri
indirip vatandaşına 15 gün süreyle bakamayacak durumda. Ve ben aynı isimlerden
bir kez bile bir özeleştiri duymadım. Bununla ilgili bir videoyla kendilerine
çağrıda da bulunmuştum ama ne yazık ki tıpkı benim çağrımın göz ardı edildiği
gibi Anadolu’daki sporcunun ihtiyaçlarının da bu akılla kurulacak bir sendika
tarafından göz ardı edileceğine dair çok ciddi kaygılarım var. Mesela “amasız,
fakatsız” Amedspor’un, Cizre’sporun oyuncularının ve teknik heyetlerinin
yaşadığı sorunları böyle bir akılla kurulacak sendikanın çözmekten çok
derinleştireceğini dair şüphelerim var. Bu sebeple sendika fikrinin anlam
kazanabilmesi için bu fikrin ve oluşumun sporun tabanından gelmesi çok
önemlidir. Bu bağlamda başta ben olmak üzere, futbolda her lig kademesini
görmüş, demokrasi ve barıştan yana futbol insanlarının kendisini eleştirmesi ve
bu sendika fikrine bizzat sahip çıkarak hayata geçirmesi gerekmektedir.
Peki bahsettiğim ikinci
gurup akıl sendika kurarsa bir çok sorun çözülür mü? Açıkçası çözüm için bir
irade ortaya çıkar ama gel gör ki iktidar yandaşı olmadığın sürece ne
sendikanın ekonomik ayaklarının oluşması için bürokrasi aşılabilir ne de
sendikaya üye olan sporcuların bu ülkede terörist ilan edilmeyeceklerine dair
bir garanti verilebilir.
Elbette ilkesel olarak bu
kaygılar futbolda ya da sporda sendikalaşmanın önüne geçmemeli ancak sadece
tabela anlamında kurulacak bir sendikayla da bu alandaki boşluğun
doldurulmasına da izin verilmemelidir.
Bugün ülke futbolunun her
kademesinde Trabzonspor’lu eski futbolcular var. Milli takımların alt yapıları
en az 10-15 senedir böyle. Peki, ne başarıları var bu arkadaşların? Kimse
kusura bakmasın, bunlarla Fatih Terim de çalıştı. Bu ülke kaç milli takım
teknik direktörü gördü ama o arkadaşlar hep orada. Kişilerde ısrarcılık veya liyakatten
yoksun, tamamen yandaşlık ilişkisiyle oluşturulan hiçbir alandan istenen
başarıyı almak mümkün değildir.
Sendikayla birlikte
kazanılacak olan “tek tip profesyonellik sözleşmesinin” maddelerinde yapılacak
değişiklikler, grev hakkı gibi konular –ki Diyarbakırspor’da oynadığım yıllarda
arkadaşlarımla birlikte bir günlük bir grev kararı almış, uygulamış ve
neticesini almıştık- çok değerlidir. Aynı zamanda sendikaların, kulüpleri
tarafından mağdur edilen oyuncuları en azından bir süre desteklemek gibi bir
misyonu da olmalıdır. Peki ama bütün bunların kaynağı nasıl oluşacak. Kulüpler
en azından tek tip profesyonellik sözleşmesi kapsamında değişiklikleri ön gören
bir toplu sözleşmeye imza atacak mı? Futbol Federasyonu, sendika üyelerinin
aidat ödemeleri noktasında bir rol alacak mı? A sendikası ya da B sendikasına
üye olan oyuncular federasyon ve kulüpler nezdinde bir ayrımcılığa uğrayacak
mı?
Çok acı ama bu ülkenin
bir spor insanı ve siyaset alanında mücadele eden bir bireyi olarak maalesef bu
soruları sormak zorundayım. Bu bağlamda Türkiye’de tam anlamıyla işlev görecek bir
futbolcu sendikasının oluşumunu veya devamlılığını zor görmekle birlikte bunun sendikalaşma
önünde bir engel teşkil etmesine izin vermeden var gücümüzle sendika
kurulmasının denenmesi taraftarıyım.
Tribündeki taraftar
bilmez ama Anadolu takımlarında futbolcular, sözleşme imzalatırken masaya silah
konmasından tutun maç esnasında kale arkasına gelerek kaleciye silah göstermeye;
soyunma odasına maytap vb. patlayıcılar atmaktan tutun soba deliğinden kaynar
su dökmeye; kullandığınız tuvaleti pislikle doldurmaktan tutun, soyunma
odasının her yerine gaz yağı dökerek nefes alınmaz hale getirmeye; otobüsten
inerken taşlanmaktan tutun çıkış tünelinde gözün karanlığa alışıncaya kadar
dayak yiyerek sahaya ağzın burnun kan revan içinde çıkmaya kadar her şey
yaşarlar.
Bunlar, kulüplerin ve
taraftarların futbolcuya yaşattıkları. Bir de futbolcunun futbolcuya
yaşattıkları vardır. Siz alacaklarınız için mücadele edersiniz A kulübünde bir
kaptan çıkar toplantıda başkana methiyeler düzen bir şiir okur. Siz ikinci
taksiti almanın mücadelesini verirsiniz sizi öne sürenler el altından 5.
Taksiti alır. İşte o yüzden söylüyorum. Futbolcunun öncelikle siyasal ve
sendikal bir birikime ihtiyacı var ve sendika kurulmadan önce futbolculara bu
bilincin nasıl verileceğine dair bir kafa yorulması da gerekiyor.
Eren Derdiyok diye bir
futbolcu oynadı Galatasaray’da. Kürt meselesinde geçmişte tavır aldığı bilinen
bir futbolcu ve babası bildiğim kadarıyla eski bir sendikacı ama Türkiye’de çocukcağız
hiç konuşmadı…
Ben Adanalıyım,
Diyarbakırspor formasıyla 1993-1994 sezonunda Van’da taşlandım. Van’ın
sosyolojisi, demografisi biraz daha farklıydı o yıllarda. Bir futbol takımıyız
sonuçta. Binlerce taraftar bize “PKK dışarı” diye bağırıyordu. Mesele
coğrafyanın kendisi değil, mesele coğrafyaya hâkim olan düşünce. Yani adın
Amedspor olmuş ya da Diyarbakırspor olmuş, şehir Van olmuş ya da Bursa olmuş,
bu çok önemli değil, mesele insanın kendisi, mesele eğitim, eğitim derken
diplomanın derecesine bağlı bir eğitimden bahsetmiyorum, çoğulculuğun ve
barışın yaşam bulduğu bir felsefi eğitimden bahsediyorum.
Aradığımız kapitalizm tam
da alt yapı anlayışında mevcut… Süperliğe futbolcu veren kulüp sayısı birkaç
tane… Eskiden şehir takımlarının yüzde 70’i yerel oyunculardan oluşurdu. Bugün
futbolcu yetiştirme konusunda öne çıkan üç büyükler, Altınordu vb. Anadolu
kulüpleri tamamen şirket mantığıyla yönetiliyor. Alt yapı yönetim modellerinde
zerre kadar duygu yok. Geriye kalan Anadolu kulüplerinin de alt yapı
geliştirecek ekonomileri yok. Büyük takımların kurduğu futbol okulları da kar
amaçlı. Futbol okullarında çalıştım. O yüzden hâkim olduğum bir alan. Şu anki
mevcut haliyle tabiri caizse hayal satıyorlar. Bu tip kulüpler, futbol
okullarını daha çok alt yapılarını finanse etmek için kullanıyorlar. Heer yıl
isim hakkı adı altında aldıkları oldukça yüksek senelik aidatlara ek olarak
binlerce antrenman ekipmanları satarak ve yılda iki kez kamplar düzenleyerek
milyonlarca liralık bir sektör oluşturuyorlar.
Amedspor gibi, bir spor
kulübü olduğu kadar da bir felsefeye sahip bir kulüp, bölgede kuracağı futbol
okulları ve okulları bağlayacağı bir futbol akademisiyle baştan beri
bahsettiğimiz, demokrasi ve barış eksenli, gelecek kaygısını ötelemiş sporcular
yetiştirme konusunda çok önemli bir görev alabilir ve almalıdır.
Messi, Ronaldo gibi dünya
yıldızları, henüz bu kadar büyük ekonomilere sahip olmadan önce de Filistin
gibi insani konularda gelecek kaygısı gözetmeden veya Yahudi lobisinden
çekinmeden tavırlarını her zaman koyabilmişlerdir. Bahsettiğim böyle bir
anlayışla yetişen sporcuların kuracağı bir sendika hayal etmek güzel değil mi?
Bosman bence bir devrim…
Bosman kurallarından önce futbolcular alınıp satılan birer maldı. O kurallar 95-96 sezonunda getirilseydi, o
sezon kazanacağım parayla ömür boyu aileme bakabilirdim. Sadece benim üzerimden
1’e 300 kazanan kulüpler oldu.
Bosman benim gözümde bir
kahraman, insan hakları açısında çok önemli bir şey yaptı. Futbolculara çok
önemli haklar kazandırdı ama bu olurken kulüpler de bir şey kaybetmedi. Sadece
profesyonellik sözleşme anlayışı değişti o kadar.
Eskiden futbolcunun
görünürlüğü azdı. Bu da başkanların eline fazladan bir güç veriyordu. Mesela
benim oynadığım dönemde bir kulüp başkanı otelinin ikinci
katından bir oyuncuyu aşağı attı ve bir diğerinin burnunu kırdı. Bu tip
başkanlar hala var ama artık onların karşısında sosyal medya denen çok güçlü
bir aygıt var. Sosyal medya belki de tarihin en önemli icadı diye düşünüyorum.
Anadolu kulüplerinin
maçları yayınlanmak suretiyle ekonomik olarak güçlenebilir ama yayın dediğin
şey arz ve talep ilişkisiyle doğrudan bağlantılı. Maçın izlenmesine talep
olacak ki yayıncı kuruluş bu maçı izletsin ve kulüp gelir elde etsin. Alt
liglerdeki takımların sürekli gelir elde etmelerinin yolu açılmadıkça kaliteli
oyuncular çıkarmak hayalden öteye geçmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder