5 Mayıs 2020 Salı

Futbolcu sendikası röportajları (7) - HDP PM üyesi ve eski futbolcu Barış Karabıyık


Gazete Duvar için 1 Mayıs'a özel hazırladığım dosyada sekiz isimden görüş almıştım. Bunlardan bazılarıyla iki saatten fazla görüştüm, hepsine haberde yer veremedim. Deşifrelerin tam halini paylaşıyorum. Bu kez soruları ekleyemedim maalesef, burada sadece cevapları var...


Futbolcuların bir sınıf oluşturduklarını düşünmüyorum ama belki özellikle küçük bir futbolcu gurubunun yaşadığı lüks hayat düşünülünce, burjuva sınıfına dâhil oldukları düşünülebilir. Ancak Türkiye’de ne kadar bir burjuva sınıfı var o ayrı bir tartışma konusu.

Kulüp başkanları kendi yaşamları içinde “kapitalist” olabilirler belki ama futbol içinde kulüp başkanları doğrudan maddi çıkarlar elde etmek için yer almazlar. Daha çok Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre ilk dört basamağa sahip olmuşlar ve son basamak olarak “kendilerini tamamlamak” adına futbola para harcayan insanlardır.

Kulüp yöneticileri ve futbolcular arasında klasik boyutta bir emek – sermaye ilişkisi yoktur. Çünkü, arada çok güçlü ve belirleyici bir yapıya sahip olan taraftar vardır. Bir başkan ticari anlamda bir kulübün tüm hisselerine de sahip olsa, hiçbir başkan taraftara rağmen o kulübe tamamen sahip olamaz. Yönetici futbolcu arasındaki ilişkinin dozunu yönetimden daha çok taraftar belirler.

Kulüp ve futbolcu arasındaki sözleşme iki tarafın haklarını koruyan, arz - talep çerçevesinde oluşan bir anlaşmadır. Taraftar da hem bu sözleşmenin asıl talepçisi hem de bu sürecin asıl denetleyicisidir. Hukukun uygulanmasını savunmak ilkesel bir gerekliliktir. Dolayısıyla futbolcu çok para kazansa da sözleşmeden doğan hakkını alamıyorsa bu “amasız, fakatsız” bir mağduriyettir.

Nabzın 220-230 olduğu, tansiyonun zaman zaman 22’lere çıktığı, 50 bin kişinin önünde baskı altında üretken olmak zorunda kaldığın bir iş bu… O paralar öyle dışarıdan göründüğü kadar kolay kazanılmıyor… Ne var ki aynı emeği ortaya koyan diğer bir futbolcu ise o paraların yanından bile geçemiyor. Kendisine bir hayat kuramamış, yoksulluk içinde birçok futbolcu tanıdığım var.

Toplumsal olaylar karşısında, futbolcuların çok ciddi bir siyasal birikime ve gerektiğinde ezber temelli olmayan, gelecek kaygısı gözetmeden, tamamen insani temelde tavır koyabilme cesaretine ihtiyaçları var. İşte bu anlayışla kurulabilecek bir sendika sadece futbolcuların değil tüm spor branşlarının ihtiyaçlarına cevap verebilir. Eski bir sporcu olarak bunun düşüncesi bile doğrusu bana heyecan veriyor.

Ancak futbol ya da bir başka spor branşında sendikalaşmak için maalesef sadece sporcunun sendikal birikimine sahip olması ya da gelecek kaygılarından uzak barışçıl tepkiler ortaya koyabilme cesaretleri tek başına yeterli değil. Ne yazık ki sendika olmanın hakkını veren birkaç sendikayı tenzih etmek koşuluyla, son yıllarda Türkiye’de kurulan bir çok sendika, bazı siyasi partilerin birer alt örgütlenme etkinliği şeklini aldılar.

Şimdi futbolda ya da sporda sendikalaşma fikri bana ne kadar heyecan veriyorsa, bu sendikalaşma fikrinin futbol insanı olarak liyakatine her zaman inandığım ve teknik anlamda futbolun konuşulduğu her yerde futbol bilgisini sonuna kadar savunduğum ama ne yazık ki dünya görüşü olarak görüşlerini hiç benimsemediğim, UEFA kupasını Mehmet Ağar’ın kızına atfeden Fatih Terimden gelince, bir o kadar da endişeleniyorum.  Kurucularının Fatih Terim, Arda Turan, Burak Yılmaz ya da Rıdvan Dilmen vs. olduğu bir sendikanın batıda ya da doğuda alt liglerde mücadele eden sporcuların dertlerine ne kadar derman olacakları ya da onların dertlerine ne kadar hâkim oldukları konusunda ciddi şüphelerim var. Bahsettiğim bu isimler partili cumhurbaşkanlığı referandumunda “Büyük Türkiye(!)” için “evet” çağrısında bulunan videolar çekip, kampanyalar düzenliyordu. O Büyük Türkiye(!) bugün şu salgın döneminde bile şalterleri indirip vatandaşına 15 gün süreyle bakamayacak durumda. Ve ben aynı isimlerden bir kez bile bir özeleştiri duymadım. Bununla ilgili bir videoyla kendilerine çağrıda da bulunmuştum ama ne yazık ki tıpkı benim çağrımın göz ardı edildiği gibi Anadolu’daki sporcunun ihtiyaçlarının da bu akılla kurulacak bir sendika tarafından göz ardı edileceğine dair çok ciddi kaygılarım var. Mesela “amasız, fakatsız” Amedspor’un, Cizre’sporun oyuncularının ve teknik heyetlerinin yaşadığı sorunları böyle bir akılla kurulacak sendikanın çözmekten çok derinleştireceğini dair şüphelerim var. Bu sebeple sendika fikrinin anlam kazanabilmesi için bu fikrin ve oluşumun sporun tabanından gelmesi çok önemlidir. Bu bağlamda başta ben olmak üzere, futbolda her lig kademesini görmüş, demokrasi ve barıştan yana futbol insanlarının kendisini eleştirmesi ve bu sendika fikrine bizzat sahip çıkarak hayata geçirmesi gerekmektedir.

Peki bahsettiğim ikinci gurup akıl sendika kurarsa bir çok sorun çözülür mü? Açıkçası çözüm için bir irade ortaya çıkar ama gel gör ki iktidar yandaşı olmadığın sürece ne sendikanın ekonomik ayaklarının oluşması için bürokrasi aşılabilir ne de sendikaya üye olan sporcuların bu ülkede terörist ilan edilmeyeceklerine dair bir garanti verilebilir.

Elbette ilkesel olarak bu kaygılar futbolda ya da sporda sendikalaşmanın önüne geçmemeli ancak sadece tabela anlamında kurulacak bir sendikayla da bu alandaki boşluğun doldurulmasına da izin verilmemelidir.

Bugün ülke futbolunun her kademesinde Trabzonspor’lu eski futbolcular var. Milli takımların alt yapıları en az 10-15 senedir böyle. Peki, ne başarıları var bu arkadaşların? Kimse kusura bakmasın, bunlarla Fatih Terim de çalıştı. Bu ülke kaç milli takım teknik direktörü gördü ama o arkadaşlar hep orada. Kişilerde ısrarcılık veya liyakatten yoksun, tamamen yandaşlık ilişkisiyle oluşturulan hiçbir alandan istenen başarıyı almak mümkün değildir.

Sendikayla birlikte kazanılacak olan “tek tip profesyonellik sözleşmesinin” maddelerinde yapılacak değişiklikler, grev hakkı gibi konular –ki Diyarbakırspor’da oynadığım yıllarda arkadaşlarımla birlikte bir günlük bir grev kararı almış, uygulamış ve neticesini almıştık- çok değerlidir. Aynı zamanda sendikaların, kulüpleri tarafından mağdur edilen oyuncuları en azından bir süre desteklemek gibi bir misyonu da olmalıdır. Peki ama bütün bunların kaynağı nasıl oluşacak. Kulüpler en azından tek tip profesyonellik sözleşmesi kapsamında değişiklikleri ön gören bir toplu sözleşmeye imza atacak mı? Futbol Federasyonu, sendika üyelerinin aidat ödemeleri noktasında bir rol alacak mı? A sendikası ya da B sendikasına üye olan oyuncular federasyon ve kulüpler nezdinde bir ayrımcılığa uğrayacak mı?

Çok acı ama bu ülkenin bir spor insanı ve siyaset alanında mücadele eden bir bireyi olarak maalesef bu soruları sormak zorundayım. Bu bağlamda Türkiye’de tam anlamıyla işlev görecek bir futbolcu sendikasının oluşumunu veya devamlılığını zor görmekle birlikte bunun sendikalaşma önünde bir engel teşkil etmesine izin vermeden var gücümüzle sendika kurulmasının denenmesi taraftarıyım.

Tribündeki taraftar bilmez ama Anadolu takımlarında futbolcular, sözleşme imzalatırken masaya silah konmasından tutun maç esnasında kale arkasına gelerek kaleciye silah göstermeye; soyunma odasına maytap vb. patlayıcılar atmaktan tutun soba deliğinden kaynar su dökmeye; kullandığınız tuvaleti pislikle doldurmaktan tutun, soyunma odasının her yerine gaz yağı dökerek nefes alınmaz hale getirmeye; otobüsten inerken taşlanmaktan tutun çıkış tünelinde gözün karanlığa alışıncaya kadar dayak yiyerek sahaya ağzın burnun kan revan içinde çıkmaya kadar her şey yaşarlar.

Bunlar, kulüplerin ve taraftarların futbolcuya yaşattıkları. Bir de futbolcunun futbolcuya yaşattıkları vardır. Siz alacaklarınız için mücadele edersiniz A kulübünde bir kaptan çıkar toplantıda başkana methiyeler düzen bir şiir okur. Siz ikinci taksiti almanın mücadelesini verirsiniz sizi öne sürenler el altından 5. Taksiti alır. İşte o yüzden söylüyorum. Futbolcunun öncelikle siyasal ve sendikal bir birikime ihtiyacı var ve sendika kurulmadan önce futbolculara bu bilincin nasıl verileceğine dair bir kafa yorulması da gerekiyor.

Eren Derdiyok diye bir futbolcu oynadı Galatasaray’da. Kürt meselesinde geçmişte tavır aldığı bilinen bir futbolcu ve babası bildiğim kadarıyla eski bir sendikacı ama Türkiye’de çocukcağız hiç konuşmadı…

Ben Adanalıyım, Diyarbakırspor formasıyla 1993-1994 sezonunda Van’da taşlandım. Van’ın sosyolojisi, demografisi biraz daha farklıydı o yıllarda. Bir futbol takımıyız sonuçta. Binlerce taraftar bize “PKK dışarı” diye bağırıyordu. Mesele coğrafyanın kendisi değil, mesele coğrafyaya hâkim olan düşünce. Yani adın Amedspor olmuş ya da Diyarbakırspor olmuş, şehir Van olmuş ya da Bursa olmuş, bu çok önemli değil, mesele insanın kendisi, mesele eğitim, eğitim derken diplomanın derecesine bağlı bir eğitimden bahsetmiyorum, çoğulculuğun ve barışın yaşam bulduğu bir felsefi eğitimden bahsediyorum.

Aradığımız kapitalizm tam da alt yapı anlayışında mevcut… Süperliğe futbolcu veren kulüp sayısı birkaç tane… Eskiden şehir takımlarının yüzde 70’i yerel oyunculardan oluşurdu. Bugün futbolcu yetiştirme konusunda öne çıkan üç büyükler, Altınordu vb. Anadolu kulüpleri tamamen şirket mantığıyla yönetiliyor. Alt yapı yönetim modellerinde zerre kadar duygu yok. Geriye kalan Anadolu kulüplerinin de alt yapı geliştirecek ekonomileri yok. Büyük takımların kurduğu futbol okulları da kar amaçlı. Futbol okullarında çalıştım. O yüzden hâkim olduğum bir alan. Şu anki mevcut haliyle tabiri caizse hayal satıyorlar. Bu tip kulüpler, futbol okullarını daha çok alt yapılarını finanse etmek için kullanıyorlar. Heer yıl isim hakkı adı altında aldıkları oldukça yüksek senelik aidatlara ek olarak binlerce antrenman ekipmanları satarak ve yılda iki kez kamplar düzenleyerek milyonlarca liralık bir sektör oluşturuyorlar.

Amedspor gibi, bir spor kulübü olduğu kadar da bir felsefeye sahip bir kulüp, bölgede kuracağı futbol okulları ve okulları bağlayacağı bir futbol akademisiyle baştan beri bahsettiğimiz, demokrasi ve barış eksenli, gelecek kaygısını ötelemiş sporcular yetiştirme konusunda çok önemli bir görev alabilir ve almalıdır.

Messi, Ronaldo gibi dünya yıldızları, henüz bu kadar büyük ekonomilere sahip olmadan önce de Filistin gibi insani konularda gelecek kaygısı gözetmeden veya Yahudi lobisinden çekinmeden tavırlarını her zaman koyabilmişlerdir. Bahsettiğim böyle bir anlayışla yetişen sporcuların kuracağı bir sendika hayal etmek güzel değil mi?

Bosman bence bir devrim… Bosman kurallarından önce futbolcular alınıp satılan birer maldı.  O kurallar 95-96 sezonunda getirilseydi, o sezon kazanacağım parayla ömür boyu aileme bakabilirdim. Sadece benim üzerimden 1’e 300 kazanan kulüpler oldu.

Bosman benim gözümde bir kahraman, insan hakları açısında çok önemli bir şey yaptı. Futbolculara çok önemli haklar kazandırdı ama bu olurken kulüpler de bir şey kaybetmedi. Sadece profesyonellik sözleşme anlayışı değişti o kadar.
Eskiden futbolcunun görünürlüğü azdı. Bu da başkanların eline fazladan bir güç veriyordu. Mesela benim oynadığım dönemde bir kulüp başkanı otelinin ikinci katından bir oyuncuyu aşağı attı ve bir diğerinin burnunu kırdı. Bu tip başkanlar hala var ama artık onların karşısında sosyal medya denen çok güçlü bir aygıt var. Sosyal medya belki de tarihin en önemli icadı diye düşünüyorum.

Anadolu kulüplerinin maçları yayınlanmak suretiyle ekonomik olarak güçlenebilir ama yayın dediğin şey arz ve talep ilişkisiyle doğrudan bağlantılı. Maçın izlenmesine talep olacak ki yayıncı kuruluş bu maçı izletsin ve kulüp gelir elde etsin. Alt liglerdeki takımların sürekli gelir elde etmelerinin yolu açılmadıkça kaliteli oyuncular çıkarmak hayalden öteye geçmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder